Başarmak Başarmanın Yarısıdır Derken?
Durun bir saniye! Bu söz daha farklıydı sanırım. “İnanmak başarmanın yarısıdır” olabilir mi? Evet olabilir ama, “başarmak da başarmanın yarısıdır.”
Bu da Nerden Çıktı Şimdi?
Üniversitede okurken ev arkadaşlarımdan biri babasından bahsediyordu. Hikayemizdeki baba ilkokul mezunu başarılı bir iş adamı. Arkadaşımın babası o yıllarda birkaç traktöre, bir otomobile ve bir adet yük kamyonuna sahipti. Traktörlerini tarlada, kamyonu odun işinde, otomobili de sahip olduğu köy dükkanlarına ulaşımda ve özel hayatında kullanıyordu. Yani bahsi geçen baba birçok işi bir arada yürüten ve belirli bir sermayeye ulaşmış “başarılı” bir iş adamıydı. Şuan ki durumunu bilmiyorum. Muhtemelen varlığını katlamıştır diye tahmin ediyorum.
Ev arkadaşım lise yıllarını anlatırken:
“Babam beni okul çıkışı almaya gelmişti. Abim ve ben aynı okuldaydık ve çıkışta yük kamyonuna binmiş eve doğru seyir halindeydik. Babam bize derslerin nasıl gittiğini sordu. Politik bir cevap verdik. Neye göre kime göre sorusuna yakışır cevabımızdan sonra babam nasihat moduna geçti: Bak oğlum! Başarmak başarmanın yarısıdır… dediğinde gülmemek için zor tutmuştuk kendimizi”
şeklinde bir anıdan bahsettiğinde ev arkadaşım ve ben katıla katıla gülüyorduk. Bize göre o an için süper baba nasihati bile eline yüzüne bulaştırmıştı. Biz de buna gülüyorduk.
Şimdilerde düşünüyorum da: Evet! Aslında başarmak başarmanın yarısıdır dersek yanlış bir söylem olmaz. Çünkü:
Başarı Bağımlılık Yapar:
İnsanlar başarılı işlere imza attığında çevrelerinden olumlu tepkiler alırlar. İlkokulda yakamıza iliştirilen kırmızı kurdele maddi anlamda değersiz bir nesne olsa da başarının takdiriydi ve bizler sürdürülebilir kırmızı kurdele politikası edinmeye başlardık. O kurdeleyi kazanmak ve kurdeleye yakışır bir öğrenci hayatı sürdürmek.
Lise 1’de orta derece başarıya sahip bir öğrenciydim. Lise 2. sınıfa geçtiğimde alan dersimin ilk sınavından 100 üzerinde 100 aldım ve o an hayatım değişti. Hayır abartmıyorum. Hayatımda aldığım ilk 100 değildi ama herkesin tökezlediği bir sınavda aldığım ilk 100 oydu belkide. Sonrasında aldığım tebrik ve gazla bir sonraki sınava alışılmışın dışında çalışma isteği duydum. 2. sınavdan 100 üzerinden 95 alınca artık başarı benim soyadımdı. Kendimi süper kahraman gibi hissediyordum. Sonrasında ne mi oldu? Alan derslerimde 100 üzerinden 80 küsür alınca üzülüyordum. Neden 90 üzeri değildi! Kendi çıtamı 90 üzerine sabitlediğimi farketmiştim. Liseden bölüm 1.si olarak mezun oldum.
İş hayatına atıldığımda serseri mayın gibi ortalıklarda dolanan bir satış personeliydim. İnsanlarla iletişim kurmaktan kaçınıyordum. Çünkü bilmediğim yerden sorular gelebilirdi. Ya cevap veremezsem? Ya saçmalarsam? endişesi yaşıyordum. Taa ki çalıştığım mağazanın sorumlusu beni tebrik edene kadar. “Aferin sana Bünyamin. Hem çalışıp hem okuyorsun. Gerçekten senin gibi akıllı gençleri çok seviyorum” dediğinde içimde bir özgüven patlaması yaşadım. Ben bir öğrenciydim ve iş hayatına, kariyerime yön vermek istediğim bir alanda başlamış, gelir üretiyordum. O andan sonra müşterilerle iletişim kurma konusundaki endişelerimi minimize etmiştim. Her müşteri sanki içinden beni tebrik ediyordu. Sanki hepsi hem çalışıp hem de okuduğumu biliyordu. Biraz işi öğrendikten sonra kurumsal bir firmada çalışma ihtiyacı duydum.
Çağrıldığım ilk mülakatta başarılı bir tutum sergiledim ve işe alındım. 1 haftalık oryantasyon eğitiminden sonra aktif bir şekilde müşteri karşılamaya, satış süreci başlatmaya koyuldum. Kurumsal atmosfer beni korkutmuş olmalı ki ilk bir hafta kovulacaklar listesindeydim (İlerleyen zamanlarda şube müdürümüz itiraf etmişti) İşime son verilmesini engelleyen hamle ise formda olduğum bir günde mükemmel bir ciro yapmış olmamdı. O gün şube müdürümüz yanıma gelmiş ve elime küçük bir kağıt sıkıştırmıştı. Küp not kağıdı boyutunda ve üzerinde firma logosu olan bu belgenin üzerinde “Zorlukların üstesinden gelme ödülü” yazıyordu. O ödülden sonra artık en iyi satış danışmanlarından biri oluvermiştim. Her günüm verimliydi. Sürekli takdir ediliyordum.
Bir sonraki işimde 1 ay kadar kısa bir sürede mağaza müdürü oldum. O firmadan ayrılıp başka bir firmada sıfırdan başladığımda 3 ay sonra mağaza müdür yardımcılığına yükselmiştim. Bugün ise ne işsiz kalmaktan ne de yerimde saymaktan korkmuyorum. Başarmıştım ve yine başarabilirim düşüncesindeyim. “Ben oldum” demek istemiyorum fakat olabileceğini gördüm. Başarı insanda bağımlılık yapıyor ve sürdürülebilir başarı förmülleri kendiliğinden gelişiyor.
Bunun sebebi çok nettir: Bizler takdire şayan bir tutum sergilediğimizde, başarılı bir işe imza attığımızda, küçük ya da büyük olsun bir işi başardığımızda toplumdan pozitif geri bildirimler alıyoruz. Geri bildirimler bizden beklenenin eskisinden daha iyisi olduğunu ap açık sergiliyor. Artık çevremizdekilerin beklentisini yükseltmiş oluyoruz. Takdir edilmek güzel bir duygu olduğu için sürdürülebilir olmasını istiyoruz. Sürdüremediğimizde olumsuz tepkilerin artacağını da iyi biliyoruz. Çünkü istersek yapabileceğimizi bir kez kanıtladık. Artık başarısızlığın mazereti kalmadı. Onu kendi ellerimizle yok ettik. Dolayısıyla başarı gömleğini giymiş oluyoruz ve kendimize sürdürülebilir başarı zorunluluğu getiriyoruz.
Gördünüz mü? Kendi kendimize tüm mazeretleri ortadan kaldırdık. Kendi mecburiyetlerimizi yarattık. Artık başarılı olmak zorundayız. Çünkü başarabileceğimizi gösterdik.
Belki de nasihati veren baba tam olarak bunu kastetmişti. Duymaya alışık olduğumuz “inanmak başarmanın yarısıdır” düşüncesini değilde “başarmak bağımlılık yapar” düşüncesini aktarmaya çalışıyordu. Bence tam olarak bunu söylemek istemiş fakat doğru sözcükleri o an için yan yana getirememişti. Lakin güzel bir hayat dersi verdiğinden hiç şüphem yok. Bence de “Başarmak başarmanın yarısıdır” 🙂
Bünyamin Kapıcıoğlu | HızlıAdam | İş Dünyasında Rekabet Hız İster
Mükemmel bir yazı, ellerine sağlık….
Teşekkür ederim Erdal bey,
Daha sık görüşmek dileğiyle, iyi bloglar