skip to Main Content

Ne Hayal Ettim, Ne Oldu? Başarı Öyküsü

mutsuz personelHenüz iş dünyasına atılmamış bireylerin empati yapması zor olabilir ama iş dünyasında olanlar beni çok iyi anlayacaktır. Belirli bir mesai saatine bağımlı kalmak, sürekli üst yöneticilere rapor vermek ve sürekli bir şeyleri beğendirmek zorunda olmak gerçekten çok zordur. Her insan sermaye sahibi olup kendi işinin patronu olamayacağı gibi her sermaye sahibi de patron olmayı tercih etmeyebilir. Bu yüzden kişinin iç huzuru yakalayabileceği işi keşfetmesi ve bu işi yapabilmek üzere kendini geliştirmesi çok önemli.

 

Toplum yargılarıyla bir mesleği tercih etmiş olanlar bir süre sonra sıkılarak işini çileye dönüştürüyor. Ekonomik şartlar veya çeşitli imkansızlıklar yüzünden sevmediği işi yapmak zorunda kalanlar ise her sabah yataktan zorla kalkıyor ve ayakları geri geri giderken bedenleri mesai saatine uymak zorunda kalıyor. Peki bu şekilde bir ömrü tüketmek ne kadar doğru?

Öyle bir iş hayal etmelisiniz ki hem çalışırken hem de dinlenirken kafanız rahat, cebiniz özgür olmalı. “Hayat bana bu imkanları sunmadı” demek yerine imkan yaratmak bizlerin elinde. Aslında “inanırsan olur” gibi motivasyon cümlelerini hiç sevmem. Fakat bu makalede inanç önemli ve neden-nasıl ilişkisiyle aktarılmaktadır.

Devamını okumaya üşeniyorsanız makalenin sonundaki kırmızı paragrafa atlayabilirsiniz. 

Başarı Öyküsü

Ben 7-8’li yaşlarımda oynamadığım oyuncaklarımı mahallede satışa sunarak ilk amatör ticaretini yapmış biriyim. Sonrasında mukavva ve postitlerle not defteri tasarlayıp sınıf arkadaşlarıma satmışlığım da var. Hızımı alamayıp sahilde su çekirdek sattığımı da bilirim. Benim kazandığım paralar çok sembolik rakamlardı ve aile ekonomimizin desteğe ihtiyacı yoktu. İşin güzel yanı da buydu. Annem böyle şeyler yapmamı istemezken; babam “çocuğa müdahale etme, ticareti öğreniyor” derdi. Ben alıp-satmayı öğrenmiştim ve bu işlerden inanılmaz keyif alıyordum.

Standart bir devlet okulunda büyüdüm. Liseyi de meslek lisesi elektronik bölümünde okudum (elektronik icatlarım ve müthiş bir ilgim vardı) Üniversiteyi de biyomedikal cihaz teknolojileri bölümünde okuyup üzerine işletme ekledim. İşletme bölümünü sırf bir fakülte diplomam olsun diye okudum. Elektronikle ilgili bölümleri ise sadece sevdiğim için okumuştum. Nitekim hobiden öteye geçmedi çünkü ben alıp-satarak para kazanmayı hayal etmiş, öyle büyümüştüm. Altımda servis aracı, elimde teknik ekipmanlarımla hastaneleri ziyaret edip cihazların teknik işlemlerini yapmayı hiç hayal etmemiştim. Yapmadım da!

2009 Yılından bu yana sürekli başkalarının firmalarında satış-pazarlama departmanlarında çalıştım. Benim asıl tutkumun ticaret olmadığını da farketmiştim. Ben pazarlama kavramına aşıktım ve bu kelimenin ne kadar geniş bir kapsama alanı olduğunu bilmiyordum. Nitekim keşfettim ve şimdi hayallerime son bir adım kaldı. İlkokuldaki hocalarım da dahil, eğitim hayatım boyunca çok güzel kompozisyonlar yazdığım söylenirdi. Yazım yeteneğimi pazarlama ile birleştirince ortaya www.hizliadam.com çıktı. Blog yazmaya devam ederken aynı zamanda çeşitli firmalarda satış danışmanı, satış uzmanı, pazarlama sorumlusu, mağaza müdürü gibi pozisyonlarda çalışmaya devam ettim. Ailem, çevrem ve tanıştığım herkes “çok iyi bir bölümden mezunsun, neden kendi işini yapmıyorsun?” diye sorduğunda kendi işimin “pazarlama” olduğunu söyledim.

Çalıştığım firmalarda nefret ettiğim insanlar olmadı mı? Oldu. Her sabah aynı saatte uyanmaktan sıkıldığım olmadı mı? Oldu. Boğazını sıkıp nefesini kesmek istediğim yöneticilerim de oldu. Tükenmişlik sendromunu da bilirim. “Yahu neymiş bu kapitalizm?” demedim mi? Dedim. Kısacası ben de mesleğimi icra ederken dikenli tellerde çok fazla parçamı bıraktım. İşte tüm bunlar hayalim için birer bedeldi. Yıpranıyordum, yazıyordum. Mutlu oluyordum, yazıyordum. Öğreniyordum, paylaşıyordum…

Yazmaya devam ettikçe birileri benden akıl istemeye başladı. İlk zamanlar “aman efendim akıl vermek ne haddimize, bence şöyle yapın, böyle düşünün” gibi mütevazı yaklaşımlar sergilediysem de soruların miktarı arttıkça DANIŞMAN‘lık gömleğini bana giydirmiş oldular. Bireysel taleplere ücretsiz destek verirken kurumsal taleplere belirli ücretler karşılığında cevap vermeye başladım. Birçok üniversiteden seminer vermem konusunda davetler aldım. Bloğumu takip eden mail aboneleri arasında kurumsal firmaların üst düzey departmanlarında çalışan insanları görüyorum. Bu güne kadar çok fazla iş teklifi aldım ve küçük bir kısmını değerlendirdim. (Zaman problemim vardı)

En son, dünya markası olmayı hedefleyen kurumsal bir firmanın misyon, vizyon, hakkımızda, tanıtım kataloğu, sloganları ve diğer tüm yazılı iletişim alanlarının sorumluğunu aldığımda dönüp geriye bir baktım. Asgari ücretli bir mağaza çalışanı olarak başladığım kariyerimde şuan dünya markası olmayı hedefleyen bir firmanın tercih konusu olmuşum. Bu durum beni şımartmadı… (Tabi ki de şımarttı 🙂 Mutlu oldum. Güzel bir proje ve çalışmalarım devam ediyor. Yakında firmayı da paylaşacağım)

Ben bu projeyle ilgilenirken başka bir ürün için birileri bana ulaştı. Online bir uygulamayı pazarlama konusunda danışmanlık istiyorlardı. Bir toplantı organize ettik ve neler yapabileceğimizi konuştuk. 2 ay içerisinde çok düşük bütçelerle ürünün marka değerini artırıp, bilinirliğini %100 geliştirdik. İnsanlara ürünü sevdirdik, ağızdan ağıza dedikodu ile pazarlanmasını sağladık ve tam anlamıyla beklentilerin üzerinde iş çıkardık.

Ben sadece sevdiğim işi yapıyorken hayat beni nerelere sürükledi. Yine sevdiğim işi yapıyorum fakat bu defa derinliklerine inmiş durumdayım. Dijital pazarlama yapıyorum, markalara danışmanlık ve marka değeri yaratma çalışmaları yapıyorum. Ürünler için tanıtım metinleri yazıyorum, reklam metinleri ve eylem çağrıları oluşturuyorum. Viral içerikler, sosyal medya pazarlama, ikna mektupları vb konular da dahil yazılı iletişim ile pazarlamanın her alanında varım diyebilirim.

İyi ki çevre baskılarına boyun bükerek sevmeyeceğim ama o an fazla para kazandıracak diğer işlerle ilgilenmemişim.

Bana benzer özelliklere sahip bir çocukluk arkadaşımla ortak ajans açıyoruz. Adını ajans koymak istemiyorum çünkü standart bir dijital medya ajansı planlamıyoruz. Yapacağımız işin, sektör olarak bir adı olmadığı için ajans şeklinde ifade ettim. Ne mi yapacağız?

bacakları masanın üstüneValla ben bacaklarımı masanın üzerine atıp arkama yaslanarak neler üretebileceğimi planlıyor olacağım. Güzel fikirler buldukça not alıp öte yandan da kahvemi yudumlamayı planlıyorum. Ayaklarım kalp seviyesinden yukarıda ve artık uyuşmaya başlayınca standart oturma pozisyonuna geçip fikirlerimi yazıya dökmeye başlayacağım. Kendi bloglarımız veya danışmanlığını yapacağımız firmalar için çeşitli pazarlama aksiyonları üreteceğim. Sıkılırsam, ortağımın işini baltalayıp dışarı çıkmaya ikna edeceğim. Patron olmadığı için kimseye hesap vermeyi düşünmüyoruz. Peki böyle cool bir iş hayatı bize para kazandıracak mı? Cevap veriyorum: KAZANDIRIYOR

Şuan mutluyum. Sizler de mutlu olmak istiyorsanız bırakın toplumun ne düşüneceğini ve kendi hobilerinize, ilgi alanlarınıza odaklanın. Sevdiğiniz işlerde yükselmek için birkaç yıl bedel ödemekten çekinmeyin. Gerekirse sıfırdan, stajyerlikten başlayın ama kendinizi bir fabrikanın makinasına çark etmeyin. Sevebileceğiniz işleri keşfedin ve ne olursa olsun peşinden gidin. Siz koşarken birileri size çeşitli tekliflerle gelecektir. (Eğer bu kısma makalenin tamamını okumadan atladıysanız henüz koşmaya başlamış sayılmazsınız) BANA İNANIN

Bünyamin Kapıcıoğlu

Başarı Öyküsü – Başarı Hikayesi | Feyz Al

41 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni yorumları e-posta aracılığıyla bana bildir. Ayrıca yorum yapmadan da abone olabilirsiniz.

Back To Top